Sevgili okurlarım; Keşke biraz zaman, biraz ömür biriktirebilse insan.

Ya da kilitli sandığa gizleyebilse.

Biraz gençlik koyabilse kenara.

İhtiyar zamanlara saklayabilse.

Ya da satılsa da alınsa gençlik.

Şöyle en kaliteli, en sağlam ve güçlü olanından.

Onun da olsaydı bir kampanyası.

Eskiyi getir, yenisini götür gibi mesela.

Bir alana bir daha verilseydi.

Hızlandırılmış kısa metrajlı bir film gibi.

Ne zaman başladı, ne zaman bitti.

Anlayamadan bitiyor ömür.

Kişiye özel olsa da, tekrarı yok bu filmin.

Hayata ha şimdi, ha sonra başlayayım derken bir bakıyorsunuz tükenmiş ömür.

Avucunda son kullanma tarihi çoktan geçmiş bir yığın tecrübe.

Atsan atılmıyor, satsan satılmıyor.

Gençlik bir kuştu, tutmak istedim tutamadım.

Yaşlılık bir paçavra, satmak istedim satamadım.

Yiyip içmeler, gezip tozmalar, gülüp eğlenmeler.

Evin, arabanın taksitleri, filanca yerde yaptığın tatil, almalar vermeler, saçıp savurmalar.

Senin sandığın, saklayıp durduğun altınlar, azıcık bile vermeye kıyamadığın paralar.

Hepsi bir, bir kaçıyor senden, ya da istemesen de

sen onlardan ayrılmak zorunda kalıyorsun.

Bir secde yerleri kalıyor geriye.

Alnında mıh gibi çakılı kalıyor.

Bozulmuyor, kokmuyor, yitmiyor.

Bir o bize kalıyor.

Okşanmış bir yetim başı.

Õpülmüş anne eli, alınmış bir baba duası.

Gizliden şöyle, kimseye çaktırmadan bir fakirin eline tutuşturulmuş, birileri görür diye korkulmuş sadakalar kalıyor.

Yürekten söylenmiş Elhamdulillah.

Acizce, kulca edilmiş bir tövbe.

Mümince gülüşler, şeker tadında sözler.

Kimsenin etini yemeden, kırıp dökmeden.

Gözünde yaş bırakmadan geçirilmiş günler kalıyor.

Biraz dur, bekle biraz!

Arada bir arkana dön ve geriye neler bıraktığına bak.

Harcanmış yıllarını seyret usulca...